Efendim Merhabalar,
belki aranızda neden böyle ciddi ve bir o kadar da artistik adeta haber spikeri tadında bir giriş yaptığımı merak edenleriniz vardır. Hemen açıklayayım; biliyorsunuz 3-18 Nisan arası İstanbul Film Festivali kapsamında İstanbul'umuzun çeşitli güzide sinemalarında birçok emsalsiz filmler gösterilmekte. Ben de bugün onlardan birini izlemeye gittim. Filmden yazımın ilerleyen bölümlerinde bahsedeceğimi haber vererek filmden önce başıma gelenlerden biraz bahsetmek istiyorum.
Sinemaya ilgi duyan bir insan olarak bu festivaller benim için çok önemli, aynı zamanda Şile'de okuduğumdan her İstanbul'a inmek (evet bizim burada İstanbul'a inmek diye bir tabir var) ayrı bir mutluluk kaynağı , bu iki sebepten mutlu olduğum ve beni iyi hissettirecek şeyler giymeye karar verdim ki bunlar 2 hafta önce annemle aldığımız büyük bordo güneş gözlüklerim ve renkli topuklu ayakkabılarım=))
İstanbul'a varıp arabamızı Talimhane yakınlarında (hatta sanırım direk Talimhane'de=)) bir otoparka park ettikten sonra mağlum İstanbul'umun nadide bayırlı arnavut kaldırımlı yollarından yürümeye başladık, ayağımda topuklular, gözümde kocaman bordo gözlüklerle kendimi "2 Days in Paris" filminin şu sahnesinde hissettim=)
evet evet aynen böyleydim=)
Sonra filmin başlamasına bir saat olduğundan kendimizi küçük beyoğluna atıp batan güneşin eşliğinde "mojito"larımızı yudumlamaya başladık... Birkaç fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik en yakın zamanda gösteririm=)
Sonra kalktık ve filmin gösterileceği Atlas sinemasına doğru yola çıktık. Atlas sinemasına vardığımızda bir de ne gördük Efes Pilsen İstanbul Film Festivali'ne sponsor olmuş bedava bira dağıtmıyorlar mı bardak bardak. Baya rüya gibi değil mi?=)
Hemen elimize birer bardak biramızı alıp filmi beklemeye başladık aynı zamanda festival filmlerinin vizyona girmemesinin sadece "finansman sorunu" olduğundan bahsederken bulduk kendimizi, içinde bulunduğumuz entelektüel ortama bir anda nasıl da uyum sağladığımızı görüp şaşırdık=)))
Neyse efendim filme gelecek olursak; filmin başlamadan önce filmin yönetmeni Atıl İnanç ufak bir konuşma yaptı, oyuncular da yanındaydı. Sonra filmi izledik bir güzel. Film çok başarılıydı. Senaryo, oyunculuk, çekim her şey çok güzeldi. Kısaca; Irak'ta Amerikalıların bir baskını sonucu ailesini kaybeden bir kızın abisini bulmak üzere yola çıkışını ve o yolun hikayesini anlatıyor, bu yol sınırı geçmek isterken eroin kaçakçılarına takılıp tecavüze uğramaya, intihar edip ölememeye ve başka kaçakçılar tarafından kurtularılıp sınırı geçmeye ama bu seferde İstanbul'da bir tekkeye düşüp cihat fikriyle intihar saldırısında canlı bomba olmaya kadar gidiyor. En yakınlarını kaybetmek karşısında çaresiz kalmış iki kadının hikayesi aslında bir yandan. Ve nasıl bir toplum bilinci ya da biliçsizliğidir ki, nasıl yıllarca kadınların beynine işlenmiş bunlar 10 yılla 50 yılla olacak şey değil; canlı bomba olma fikrini kabullenmiş 2 kadın son gece konuşuyorlar, kadınlardan biri diğerine "ya tamamen parçalanmazsak götümüz başımız görünmesin" diyor ve birbirlerinin vücudunu siyah boyayla boyayıp içlerini rahat ettiriyorlar. İçim acıdı...
Film görülesi yani kısaca.
ve dip not olarak herkeslere hatırlatmak isterim ki, festival filmlerinde 10 dakikalık ihtiyaç molası verilmez bira içip girmeyiniz=))
Ve sonra yine bildiğimiz Taksim; favori mekanlarımdan "Saray Muhallabicisi" ve favori tatlım vişneli tiramisu=), favori kitapçı müzikçi dergicilerimden "Mephisto" ve alınan 90lar albümü yol boyunca dinlemek, gülmek, tüm şarkıları ezbere bilmek=)) Ve akılda kalan son şarkı;
"Sen arada sırada uğra bana
Hovardayım diye kıyma bana
Fikri firardayım uyma bana
Oyuna gelme aman aman aman"....=)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder