25 Eylül 2010

Mary & Max

İki gecedir şunun başına oturup bambaşka bir şey yazacakken bambaşka bir şey yazıp kalkıyorum. Yine öyle oluyor şu an. Tamamen bir arkadaşımın yayınladığı bir şarkı yüzünden, şu anda fonda çalıyor. Biliyorum sen duyamıyorsun, ama boşver...
Ve şu an asıl şu an bambaşka bir şey çalıyor, biliyorum sen yine duyamıyorsun=))
Ve yine yazacağım şeyden vazgeçtim.=)
İyisi mi gel ben ilk başta ne amaçla oturduysam onu yazıyım...;

Evimizin her bir yerinde türlü türlü iklimler yaşanmakta bugünlerde, ben bugün kendi odamı seçtim, oturdum, sonbahardan kışa dönüş yapıyordu kendisi, kahvemi yapıp pofidik yastıklarıma yaslanıp, üşüyen ayaklarımla birlikte izlemeye başladım Mary&Max'i.
Ben genelde beğendiğim bir filmi bitirdiğimde, içimde bir güzellik kalır, filmden izler bir iki, çok sözüm olmaz genelde, gülümseyip "güzeldi ya" derim ve geçerim ama bu öyle değil!
Çünkü bir filmin nesini beğenirsiniz genelde; bir sahnesindeki bir duyguyu, konusunu, çekim açılarını ya da ya da ne biliyim size hatırlattığı herhangi bir şeyi...
Ama bu film öyle değil! İddia ediyorum!=)

Hani bir iş yaparsınız çok uğraşırsınız, her bir detayıyla ayrı ayrı ve bittiğinde "hıh şimdi oldu, çok içime sindi" dersiniz. Bence bu filmi yapanlar da bittiğinde tam olarak böyle olmasa da buna benzer şeyler söylemiş olmalılar=)
Bu filmin konusu, aktörün bakışı, çekimi değil sadece, filmdeki tüm detaylar (detaylara dikkat çekiyorum çünkü gerçekten tüm detaylar incelikle işlenmiş)ayrı ayrı ve de birlikte güzeller.
Ben her insanın aslında ruhsal sorunları olduğunu düşünürüm, çünkü zamanla bedenimiz nasıl aşınıyorsa, ruhumuzda yaşadıkları karşısında bir takım aşınmalara uğruyor, sadece bunun her insanda farklı seviyeleri var ve bugüne kadar izlediğim filmlerden, okuduğum kitaplardan çıkardığım sonuçsa ruh hastası diye tabir ettiğimiz birçok insan aslında bu yaşadıkları bozuklukları perdeleme ihtiyacı duymayanlar. İşte filmde de buna benzer iki karakter var; biri 44 yaşında bir new yorklu diğeriyse 8 yaşında ilgiye muhtaç bir avustralyalı...
Filmin çekimleri 13 ay sürmüş;stop motion. Toplam yapım aşamasıysa 5 yıl. Daha bir saygı duydum.
Şöyle söyliyim ilk kez bir film için ekşi sözlükteki tüm yazılanları okudum=)
Öyle ince öyle güzel espriler var ki filmde... yani kısacası izleyin, izletin diyorum, hiç sevmem böyle konuşup konuşup beklentileri yükseltmeyi ama bu film haketti sanırım=)
"The reason I forgive you is because you are not perfect. You are imperfect, and so am I."


___filmi izleyin buraları sonra okuyun sonra bana kızmayın=)___
beyniyle gülümsemek, daktilodan "M" harfini söküp göndermek, ve de "take a seat" ve "and if a taxi goes backwards, does the driver owe you money?" esprisi, son olarak çocukların nerden geldiğine dair Max'in annesinin cevapları (bu böyle gider) en en beğendiklerimden, söylemeden geçemedim...=)

24 Eylül 2010

yazdım
yazdım 
sildim
ben bugün 2 hediye aldım
doğumgünüm sandım
sonra bir cümle andım
dudağımın kenarında asılı kalan gülümsemenin üstünden atladım

not: "ve bu ayrı geçen doğumgünlerimizin sonuncusu olsun" 
en çok bunu okudum..
gözümü en çok bu cümle doldurdu.
...

20 Eylül 2010

Yavru kedilerle telaşlı bir bekleyiş yaşandıktan sonra gözgöze; güzel, eski, gri-yeşil bahçelerde, aynı güzellikte umutlar yeşerdi, cuma günü.

16 Eylül 2010

Aslına bakarsan,
ben istiyorum ki artık etrafımda onlardan olsun.
Çok da olmadılar hani bugüne kadar, belki de içimden taşıp gelen bu isyan ona.
Ama sıkılmışım hem de sandığımdan çok ama çok daha fazla.
Ve en çok da şaşırdığım ne biliyor musun, ben kendime bile nasıl bu kadar iyi rol yapabildim.
Şimdi bütün bu redlerim aslında yılların evetlerine karşılık.

15 Eylül 2010

Sometimes I believe in as many as six impossible things before breakfast.

H:Have I gone mad?
A:I'm afraid so. You're entirely bonkers. But I'll tell you a secret. All the best people are.

8 Eylül 2010



Renkler,
sesler,
sözler,
hatta yüzler bile değişse,
değiştiremeyeceğin şeyler vardır,
bir yerlerde bir şeyler aynı kalır,
çok ama çok derinlerde,
emin ol kalır...



6 Eylül 2010

Cümlelerimi yutmaktan yorulursam bir gün diye korkmaktan yoruluyorum bazen.

3 Eylül 2010

OUT

Bindiği her taşıtta cam kenarına otururdu; bir gün her taşıtın tam kenarına oturması gerektiğini anladı; yalnız taşıtlarda da değil: Her fikrin, her sevgilinin, her duygunun tam kenarına oturmanın aslında dışarıyı seyretmekten daha anlamlı olduğunu, çünkü bir bakıma böylece dışarının da bir parçasına eklendiğini kimseye söylemedi.
Küçük İskender

2 Eylül 2010

1 Eylül 2010

Azıcık popüler kültür, Azıcık gündem

*Söylemek için geç kaldığım şeyler var;
- Athena'yı tebrik etmek istiyorum, hem güzel müzik yaptıkları için hem de mükemmel sözler yazdıkları için yani aslında sözlerden çok emin olarak yazamadım çünkü küçük bir araştırma yapmış olsam da sözleri tam olarak kimin yazdığının cevabını bulamadım sanırım grupçak bir şeyler çıkmakta, bilen varsa söylesin?=)
Böyle hani açıp tüm albümlerini ardarda dinleyebildiğim ve kolay kolay şarkı atlamadığım nadir gruplardan. Ruh halinize göre hem neşelenip hem de "ulan nasıl bir laf etmiş bu adam yahu?!" diyebiliyorsunuz.
- İkinci olarak 12 Dev Adam'a başarılar!!!! Umarım yolları açık olur, bu şekilde giderler. Ayrı ayrı severim kerataları, hatta bilenler bilir lisede Hido hayranlığım vardı benimle dalga geçerlerdi=))

Not: ya şu sağdaki esmer ufaklık nasıl artis! Bittim!=))
- Ben Nev'i çok severim, özellikle lisede çok dinlemişliğim vardır. Aslında özünde ben nağme yapan adamları severim, kendisi de ziyadesiyle ve güzel bir şekilde yaptığından mütevellit kalbimizde ayrı bir yeri vardır. Ben de bundan cesaret alarak kendisinin alaturka albüm yaptığını duyunca çok heyecanlandım ve kendime hediye aldım bu albümü bir haziran günü -kendimi ne için ödüllendirdiğimi hatırlamasam da-. Ama sonuç hüsran oldu=( Sebebini hala tam olarak çözmüş değilim; şarkı seçiminden olabilir. Albüm toplam 10 şarkıdan oluşuyor ki sadece bunların 2 tanesi benim çok ama çok sevdiğim şarkılardan -Sevmekten Kim Usanır, Kimseye Etmem Şikayet-. Bunun dışında bir şey eksik, bir tat bir doku bilemedim..=)
- Bir kitap okuyorum bu aralar hatta okuma sürem fazlaca uzadı sanırım: Kadın Öykülerinde İstanbul. Ama onu da çok beğenmedim, hani ben yazsam İstanbul'da geçen bir kadın öyküsü bayağı atraksiyonlu, bayağı sürükleyici, bayağı içli filan olur diye düşünüyorum=))
Şaka bir tarafa da belki de çok şey bekleyerek mi yaklaşıyorum ben bu albümlere, kitaplara?
* Bugün belediye otobüsünde sevgilisinin yanından kalkıp otobüsten inene kadar beni kesen veled-i zina, sana diyecek sözüm yok, Allah sizin gibileri bildiği gibi yapsın.
* Yeni başlayan dizilerden birinin reklam panosundaki afişi beni çok düşündürdü bugün, bazen böyle saçmasapan şeyler bile anlamlı gelebiliyor insana; "Kararsız kalan, kendi kaderini yazamaz." Doğru. Ama kararsız kalmayanlar yazabiliyor mu dedim kendikendime , her zaman değil ama kararsız kalanların yazamadığı kesin. Sonra da şunu düşündüm; kararlı olup direttiğim şeyin olmamasına üzülmektense, kararsız olup çok da üzülmemeyi yeğlerim!(Buna sanırım züğürt tesellisi deniyor=))
*  Eşit ve Özgür bir Türkiye için Referanduma HAYIR: Bu konuda çok şey açıklamama  gerek yok sanırım.

HAYIR!
* Ve son olarak yaz bitti, her yaz bittiğinde iki şiir okurum ben, hep bir sebebim olur nedense, hiçbir şey olmasa yaz bitmiştir nihayetinde;
Murathan Mungan- Yaz Bitti
Murathan Mungan- Yalnız bir Opera
* Ve evet bugün "1 Eylül Dünya Barış Günü"! Bu mevsime böyle bir başlangıç yaraşır. 
Kutlu Olsun!