Garip bir şekilde girebildim blogspota kader mi desem uydurma! mı desem bilemedim ama bu kadar canım istemişken yazmayı çat diye açılınca önümde tutamadım işte, özlemişim zaten, günlerdir içimden taşan bu yazma isteğine karşı koyamadım.
Hem zaten şu hayatta kaç defa yaptık yok artık yapmayacağım dediğimiz şeyleri, kaç kez geri aldık söylediğimiz sözleri...
Madem alamıyoruz anları bari bırakın yazıları sözleri duyguları geri alalım bazı hislerimizi yanımıza alalım en sevdiklerimizi alalım bir de geri, bari ona izin verin...
Pencereden bakıyorum bembeyaz bir ışık her yerde, iki tane hüzünlü salıncak-neden hüzünlüdür bu salıncaklar öyle yanyana iki tane usul usul salınan galiba kişiden bağımsız çok kolay hareket edebildiklerinden bu hissiyatları- iki tane yıkılmış bank, iki tane sağlam bank, sokak lambasının sarı ışığı altında deli gibi uçuşan beyaz pamuk taneleri... Nasıl istedim onlardan biri olmayı, nasıl... Öyle bir savrulsam ki, ben ben olmasam artık sen sen olmasan; istemediğimiz, unutmak istediğimiz tüm anlar tüm sözler dağılsa boşlukta, bir bir parçalansa üstümüzden, biz ufacık kalsak o sarı ışığın altında savrulup usulca aynı yere konsak erisek bitsek sonra, ama önce, aynı yere konsak...
Sevgilim,
sen nereye gidersen git, nerde kimle olursan ol, benim sevgilim olarak kalacaksın zamanın boyutsuzluğunda bizim bir daha hiç ulaşamayacağımız o ihtimal dahilindeki hayatlarımızın birinde...
Ben savrulup savrulup yine senin yanına düşeceğim.
Çünkü ben bir daha hiç kimsenin kollarında o denli kaybolmayacağım belki, belki kimse bana o gözlerle bakmayacak bir daha ve ben kimsenin kirpiklerini bu denli sevmeyeceğim.
Kaç kez yazdık, kaç kez sildik biz birbirimizi,
kaç kez sevdik biz birbirimizi?
Bu buzdan soğuk karlı İstanbul akşamında ben yine yalnızım bu şehirde, biliyorum.
Ellerimi uzatıyorum, uzatıyorum ama bırakamıyorum.