25 Ekim 2010

Öyle yoruldum ki bu gurbetlikten,,
otogarlarda ardımda kalanlara el sallamaktan,
ağladığını göstermemeye çalışmaktan.
Sevdiğim çok az insanın da yanım da olmalaranı istiyorum.
Çok şey mi istiyorum?...
Hepsi birden uzak olmamalılar en azından,
en azından uzandığımda ulaşabilmeliyim.
Gelmek değil de şu gitmek yok mu...
"Gitmek" birin-den, bir yer-den..
Gitmek...
Fiilin zarfı ismin ayrılma halinde zaten... Hani cümlenin yapısında hüzün.
41 numaralı bir koltukta yine veda ediyorum en sevdiklerimden birine... En çok sevdiğimin belki de hayatının en önemli zaman dilimine şahit olamıyorum. Her gün yüzüne bakamıyorum, elini tutamıyorum. Oysa o öyle ufacık ki, kendisi daha küçücük sarı saçlı bir bebek, nasıl bebeği olacak onun?
Ve benim teyze olacağım günler mi geldi?...
Daha dün değil miydi, aynı okula gitme hayalini kurduğumuz, evdeki kumaşlardan bez bebek yaptığımız, köydeki evin duvarlarına şirinler köyü çizdiğimiz günler...
41 numaralı koltukta, elimde plastik bardakta 3ü1aradam ki ben 2si1arada içerim, eyüp sabri tuncer kolonyalı mendilim, karşımdaki ekranda buz devri3 ve de içimde karmakarışık duygularla yine bir şehre veda ediyorum...
Önce arkamdan el sallayan 2 pardon 3 kişi, sonra ışıl ışıl parlayan dükkan ışıkları, evler, yollar, her biri ardımda kalıyor, birer birer...
Başımda hafif bir ağrı, midemde ufak bir bulantı, kalbimde gittikçe azalan bir sancı ve ben gidiyoruz.
Hoşçakal güller şehri, gül yüzlüme iyi bak...
24.10.10
22.00

20 Ekim 2010

19 Ekim 2010

Risk Management

Yaşanan onca hayal kırıklığı, onca acı, birini defalarca kaybetmenin verdiği kaybolmuşluk duygusundan sonra ve belki de bir sürü bambaşka kötü şeyden sonra öyle bir an gelir ki şuraya gelirsin:
"Tekrar gülecek miyim?"
Ve "Evet", bu sorunun cevabı, evet...
Asla bilemezsin aynı şeyleri yaşayıp yaşamayacağını, asla bilmeyeceksin de, an gelir tekrar yaşamak riskini alırsın, an gelir birine tekrar güvenmek riskini alırsın, an gelir sonunu asla bilemeyeceğin o yolda yeniden yürüme riskini alırsın...
Bir gün gelir ve gerçekten çok komik bir şey olur; yeniden gülersin anlayacağın,
ve acı içinde farkedersin, hayat o noktada devam etmeye başlamıştır, farketmeden başladığın noktaya dönmüşsündür, hiçbir şey yaşamamış gibi yine ve en baştan hayattaki tüm risklere kapılarını açmışsındır.
Köprüler vardır hayatta, bazılarının başında beklersin çok uzun süre, bazılarınıysa koşarak geçersin, bazılarını yavaşça korkarak belki de, ama hepsini geçersin sonunda.
Yaşadığın her şeyin bir sebebi olduğuna inanmak istersin, diğer türlü çok boş ve anlamsız olacaktır...
O anlamsızlığı göze aldığın an esastır aslında.
Her şey ve herkes gittiğinde elinde kalan şeyler olmalı, sadece sana ait, sana has, "seni" san'a hatırlatmayı sağlayan...
Herkes uyuduğunda sokak lambalarının ışıkları yansırken karşındaki kapıya solunda bir balkon varsa ve de köprünün ışıklarını görebiliyorsan baktığında, bu şarkıyı dinle... Ve bu şarkıyı dinle, beni sana hatırlatsın... Ya da seni sana hatırlatsın...



ever thine.
ever mine..
ever ours...

16 Ekim 2010

Google'da bir şey ararken yazılmaması gereken kelimeler var;
"liseli kızlar", "first time" vb. gibi, zamanla öğreniyorum=))

14 Ekim 2010

"Herkes"e Günaydın.

İnsan yürüyünce yollar yeniden kurulurmuş önünde,
pencerelerim var yine,
ağaçlarım yeşil
ve
yağmur yağıyor
huzur içinde...

13 Ekim 2010

sex and the city'yi bitirmenin dayanılmaz hafifliği=))
"I am someone who is looking for love,
real love,
ridiculous,
inconvenient,
consuming,
can't live without eachother
love "

7 Ekim 2010

şimdi ben bir şey söylesem fazla kaçar
sen bir şey söylesen eksik
konuşurken de susabilirmiş insan
ve susmak sessiz bir eylem değilmiş esasen
ne yazmak ne yaşamak bazen
safi susmak
her fırsatta yola çıkmak...





"çok adam gördüm
kendisi zannettiğinden az.
bakıyorum beni yansıtan her şeye,
zannettiğim gibi değil canfeda,
zannettiğim gibi değil"

5 Ekim 2010

hani bi laf var ya
"Allah sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirir, sonra da buldurup sevindirirmiş" die,
hıh işte o benim için söylenmiş...