22 Mart 2011




"Farklarımızda benzerlikler aradık
Sürtündük ve yonttuk köşelerimiz vardı
Gardiyansız bir hücreye kapandık
Seviştik ve acıktık aşktan önemli şeyler de vardı
Senin tilkilerin dolanıp durdu kafanda
Bazen parçalar kopardı içimden hatta

Aşktı bu, güzeldi…
Uçan balonlar gibi kaçıp yükseldik
Renklerimiz başkaydı belki
Gözden uzaklaşıp patlamak istedik
Bulutlarda yaşıyorduk sanki
Senin tilkilerin hırlayıp durdu kafamda
Dişlerinin izi vardır belki de ruhumda

Aşktı bu, güzeldi"

9 Mart 2011

Garip bir şekilde girebildim blogspota kader mi desem uydurma! mı desem bilemedim ama bu kadar canım istemişken yazmayı çat diye açılınca önümde tutamadım işte, özlemişim zaten, günlerdir içimden taşan bu yazma isteğine karşı koyamadım.
Hem zaten şu hayatta kaç defa yaptık yok artık yapmayacağım dediğimiz şeyleri, kaç kez geri aldık söylediğimiz sözleri...
Madem alamıyoruz anları bari bırakın yazıları sözleri duyguları geri alalım bazı hislerimizi yanımıza alalım en sevdiklerimizi alalım bir de geri, bari ona izin verin...
Pencereden bakıyorum bembeyaz bir ışık her yerde, iki tane hüzünlü salıncak-neden hüzünlüdür bu salıncaklar öyle yanyana iki tane usul usul salınan galiba kişiden bağımsız çok kolay hareket edebildiklerinden bu hissiyatları- iki tane yıkılmış bank, iki tane sağlam bank, sokak lambasının sarı ışığı altında deli gibi uçuşan beyaz pamuk taneleri... Nasıl istedim onlardan biri olmayı, nasıl... Öyle bir savrulsam ki, ben ben olmasam artık sen sen olmasan; istemediğimiz, unutmak istediğimiz tüm anlar tüm sözler dağılsa boşlukta, bir bir parçalansa üstümüzden, biz ufacık kalsak o sarı ışığın altında savrulup usulca aynı yere konsak erisek bitsek sonra, ama önce, aynı yere konsak...
Sevgilim,
sen nereye gidersen git, nerde kimle olursan ol, benim sevgilim olarak kalacaksın zamanın boyutsuzluğunda bizim bir daha hiç ulaşamayacağımız o ihtimal dahilindeki hayatlarımızın birinde...
Ben savrulup savrulup yine senin yanına düşeceğim.
Çünkü ben bir daha hiç kimsenin kollarında o denli kaybolmayacağım belki, belki kimse bana o gözlerle bakmayacak bir daha ve ben kimsenin kirpiklerini bu denli sevmeyeceğim. 
Kaç kez yazdık, kaç kez sildik biz birbirimizi, 
kaç kez sevdik biz birbirimizi?
Bu buzdan soğuk karlı İstanbul akşamında ben yine yalnızım bu şehirde, biliyorum.
Ellerimi uzatıyorum, uzatıyorum ama bırakamıyorum.

27 Şubat 2011

AN gelir...

Hani sabah uyandığınızda çok güzel bir rüyadan tek bir an vardır, rüya olduğunu anladığınız içiniz birden cız eder, çok garip bir histir o çok güçlü ama tek bir andır sadece, belki tüm gün etkisi sürer ama o his sadece bir "an"dır...
İşte ben 2 sabah önce uyandım sonra bir anda bir şey gördüm bileğimde ve bir an yaşadığım şeyin gerçek olduğunu anladım, sadece bir an içim hop etti sonsuz bir mutlulukla doldu, çok garip bir his, çok güçlü ama tek bir "an"...
Bir yazı yazmışım Şubat 11 sanırım, ben ki hep tarih atarım atmamışım bu defa, şöyle ki;
"Ben hiç şarkı dinlemedim senin için. Hüzünlenmedim, üzülmedim, hiç üzmedin ki beni. Seni hatırlayınca bir gülümseme geldi oturdu hep yüzüme. Hiç düşünmedim, hiç hayal kurmadım. Sadece tek bir an umdum belki. O karşılaşmanın ilk anı gelip geçti gözlerimden bir-iki.. Sen hayatımdaki bazı şeylerin tanımı oldun bazen; "onun gibi" benzetmesiyle anıldın. Hiç karşılaşmadık, hiç konuşmadık belki ama farkında olmadan kelimeler biriktirmişim ben sana. Dökülüverdiler ellerimden geçenlerde. Hayatta hep bir şeylerin olması için birilerinin gerekli taşlara vurmasını bekliyoruz. Kader dedikleri öyle bir şey ki; yine bizim ellerimizde şekilleniyor. Ama biz farketmiyoruz, adına kader diyoruz. Yıllar önce bir gün kafamı kaldırdığımda orada duruyordun. Kendinden emin, her şeyi düşünmüş tartmış. Korkusuzca dikiliyordun başımda. Belki çok beklemiş ama beklediğin günün gelmesinin gururu vardı gözlerinde. Şimdi sıra bende belki de. Yeterince bekledim mi, o gün geldi mi bilmiyorum... İsminin ismimin yanında olmasından medet ummalımıyım bilmiyorum. Burada umulan "medet"in ne olduğunu da bilmiyorum."
Bir öyküsü vardı ablamın ben ki daha ilkokuldayım sen bile yoksun daha, ismi "Kadife Sokağı" bir adamın bir şeyi yıllarca bekleyip sonra beklediği günün gelmesiyle daha da mutsuz olduğu aslında sevdiği şeyin beklemek olduğunu anladığı çok ama çok güzel bir hikaye beni çok ağlatan. Nedense şimşek gibi çaktı kafamda.. Belki yıllarca beklemek değil tutan tarafı ama bir yerinden örtüştürdüm heralde işte bilmiyorum isteyen istediği ucundan tutsun.
Sen ki "beni hiç olmayacaklara inandıran adam";
demek bizim senle hikayemiz yıllar sonra soğuk ve yağmurlu bir şubat akşamında son bulacakmış.
Herkesin çok net bir tanımı yok belki şu hayatta aklımda ama seninkisi "saman alevi"...
Bir anda gözümü alacak kadar parlayıp sonra aynı hızla sönen, hep öyle olmadı mı zaten...
Şu 'an'dan sonra hiçbir şeyin mantıklı bir açıklaması olamaz zaten, o yüzden bırak,
kalsın...





____________________________0_______________________________
Ve bu yazı buraya yazdığım son yazıdır.
Şu ana kadar takip eden, okuyan eleştiren, yorum yazan, herhangi bir sözünden etkilenen tüm okurlara teşekkürler..
Belki başka bir blogda, başka bir yılda, başka bir yerde görüşmek üzere.

21 Şubat 2011

aramızda dağlar yollar yıllar var iken, beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş



Kitaplar vardı annemlerin başucunda daha çok küçüğüm o zamanlar ama hep de meraklıyım okumaya özellikle de şiirlere, eski püskü kenarları yırtık bir şiir kitabı vardı. Her gün okurdum. Meğer ezberlemişim farketmeden. Her okuduğumda daha güzel daha anlamlı..
...
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı,kınsız,uyanık,
Ve genç bir mısradır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yaşamama sebep...

Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...

17 Şubat 2011

Evet uyuyamadım ve evet bunda senin payın büyük.
Şu prosedürler, protokoller, her şeyi usulüne göre yapmacalar beni öyle sıkmış, germiş ve yormuş ki, ya da artık yaşlandım tahammülüm yok, nasıl koyveresim var ama yok olmuyor. Tutucaz ya kendimizi herkes sıkı sıkı tutsun kendini aman bırakmasın. Halbuki nasıl güzeldi sabahın ilk ışıkları, nereye gitti onlar?
Biliyorum bir şeyin ne kadar en ince ayrıntısını düşünsek de yani şu şekilde olur herhalde bunun başka alternatifi yok desek de hayat nasıl saçmasapan bir olasılık çıkarıyor karşımıza yok artık diyorum ya yok artık!
Ben ki hayalgücüme güvenirim kurmaya kurmaya biraz körelmiş de olsa artık bu beni bile aştı!
Kalakalmak bu olsa gerek.
Ama benim hiç sabrım yok ki beklemeye, günleri saymaya, gerildim lastik gibi kopup kendimi duvardan duvara vurasım var.
Ben bugün bunları yazmıcaktım ki, bambaşkaydı kafamdakiler. 
Aradığım yepyeni bir hevesti de ben galiba yine yanlış kutuyu açtım.

14 Şubat 2011

Nereden gelip nereye gideceğini hiçbir zaman tam olarak öğrenemeyecek ve bir de düşünme yetisine sahip olan bir canlının hayatı boyunca normal olmasını beklemek saçma olmaz mı? İnsan denilen bu yaratığın dengesizliği, zaman zaman özgüvensizliği, tatminsizliği de hep buradan gelmez mi? Elinde olan çok az bilgiyle hayata tutunmasını ve tam performans göstermesini beklemek çok büyük haksızlık olsa gerek. Bir ana rahmine düşüşünü bir de an gelip yaşadığı hayatın son bulacağını bilen insan için öncesi ve sonrası öyle karanlık ki. Bu hayatta yaptığı her şeyi bağlamak istediği tüm nedenlerin aslında sonunda hep havada kalmaya mahkum olduğunu bilmesi... Tam da bu noktada din olgusu ortaya çıkıyor sanırım. Bu karanlığı bir yere bağlamak, hayatında bir nedensellik yaratmak isteyen insan çeşitli inanışlar türetiyor. Ama soyutluğun tatminsizliğinden kurtulamayanlar hayatları boyunca bir şüphe ve karanlıkla yaşıyorlar. Bu yalnızlık ve kaybolmuşluk hissi de buradan. Belki de hayatımızdaki tüm koşuşturma ve karmaşa insanın bunları daha az düşünüp daha düz bir çizgide hayatını sürdürmesi için. Kim bilir...

10 Şubat 2011

Biz annemle alışverişe çıkınca durum değişik bir hala alabiliyor, nasıl mı?
-yok beğenmedim ya içime sinmedi.
+e tamam boşver o zaman.
(2-3 adım sonra)
+niye almadın güzeldi onlar
-ne biliyim
+alsaydın ya çok nur yüzlü bir adamdı
-yaa
+belli yani böyle evinin rıskını çıkarmaya çalışır gibi bir hali vardı
-ya evet bence de öyleydi! dönelim o zaman
+e hadi dönelim
(ve dönüp neyse o şey alınır)
=)
Hiç sevmedim gezdim, yaşadım, çok gördüm, çok öğrendim, alın bunlar da deneyimlerim şarkılarını.
Ama Bülent Ortaçgil yapmış olmuş, yapacak bir şey yok, hem de çok güzel olmuş!

hep çok şey istedim beğenilmedim
sevenler mutlu oldu bu kez ben kaçtım
bi kaç kez aşık oldum herşeyı yıkıp geçtim
daha çok gençtim farketmemiştim
yaşadık öğrendik herkes başka biçimde
taşırım hala ayrıntıları içimde
bir köşem var adım belli
sevdiklerim artık yanımda
mirasyedi gibiyim yatarken bu kumsalda
ben mutlu sen umutlu
beklentıler var yaş elli
hayat sür gittiği yeri
sonu başından belli
yaşadık ögrendik
herşey başka şekilde
taşırım hala ayrıntıları içimde
hiç bir şeye ınanmadım
uğrunda olecek kadar
inanalara imrendim
yaşamak çok kolay
yıkılan duvarlar gördüm
cografyanın değiştiğini
hiç kimse değiştiremedi
güçlünün haksızlığını
yaşadık ve öğrendik herşey birbirinin içinde
taşırım hala ayrıntıları içimde