30 Kasım 2010

24 Kasım 2010

Bilmem ki ne demeli
Hiçbir şey kendine benzemiyor artık
Kasım bile üşütmüyor eskisi gibi
Bir şeyin asl'ını bilememek ne zor
Değişimin sürekliliği gözümü korkutuyor bazen.


Alakasız Not: Bugün senin de Küçük İskender'i sevmediğini öğrenmek beni ayrıca mutlu etti=)
Alakasız Not2: Aynı vesileyle Küçük İskender'in en sevdiğim şarkılardan birinin sözlerini yazdığını öğrenmek (hatırlamak) de ayrıca üzdü.

23 Kasım 2010

Söğütlüçeşme

- Artık metrobüs durağı ismine sahip bir peynirimiz var.
+ ya da metrobüs durağı bizim peynirin ismine sahiptir.

Çaylar ve de Kahveler

Şu dünyada çaylar kahveler hiç soğumasa ama o saçmasapan metal-plastik bardaklarda değil, bildiğin yurdum porseleninde!...

16 Kasım 2010

Benim nezdimde adam dediğinin ağzı iyi laf yapmalı, çok konuşabilir boş olmadığı sürece, ben onu dinlerim saatlerce ki ben de az konuşmam şimdi doğruya doğru. 
İşte o adamlardan bir tanesiyle yıllar sonra tekrar karşılaştım. Bir sandalyede oturmuş, sırtını şehrin kalabalığına dönmüş, önünde upuzun ışıl ışıl bir yol, güneş batmış ufaktan ki o da açmış ufakları. Bu ufak ufak içen ama büyük laflar eden adamla biz o gece uzun uzun muhabbetler ettik, o anlattı inceden ben daha çok dinledim. En çok sazlı sözlü diye betimlerim onu, ama sazı sözü hovardalığından gelmez -öyle olsa bile orasını zaten ben bilmem- sözleri ahenklidir bu adamın. "Babacan" deyince aklına nasıl bir resim geliyorsa işte bu adam o, kapat gözünü hayal et. Işıklara baktığından mı nedir gözlerinden bir pırıltı geçiyor yaş desem değil hani bazı insanların gözleri parlar, bazen olur durduk yere ağladın mı sen diye sorarlar,  yok dersin ağlamadım, o ne idüğü belirsiz ışık hep durur orda... Geçmeyen bir yarası var, anlarsın, gözündeki yaş-ışık karışımı o şeyden... Bu adamların ortak özellikleri vardır, inanırlar, saygı duyarlar ve yüreklendirirler.
İşte ben geçtiğimiz cuma liseme gittim yıllar sonra ilk kez, sırf o orda diye. Aldı beni sınıfına götürdü konuşmacı diye. Nasıl küçük nasıl bihaberler, gözlerinizin içine içine bakıyorlar, anlamaya çalışıyorlar, hayran oluyorlar, etkileniyorlar, eğleniyorlar. Ve bunları sadece gözlerinden anlayabiliyorsunuz. Bir kez daha hayran oluyorum mesleğine, mesleğini gerektiği gibi yapışına, içindeki umudu yıllara ve yaşananlara rağmen kaybetmeyişine (ve anlıyorum ki hayatının sonuna kadar da kaybetmeyecek). 
O sıralarda oturuşumun üstünden tam 5 yıl geçmiş olmasına şaşırarak; merdivenlerinde koştuğum düştüğüm, beklediğim, oturduğum, camlarında geleceğimi ve daha bir sürü şeyi hayal ettiğim, bahçesinde nefes aldığım bu yerden ayrılıyorum, zamanın bu denli geçmesini anlamlandıramayıp zaman olgumu yavaştan kaybederek...

13 Kasım 2010

Asabiyim.

"Zeki Müren'in de bizi görebileceği günler" gelmeden bu sosyalliğin de medyanın da hiçbir anlamı yok, anladım!

Alt metin: her şeyi herkesi takip ediyoruz, iyi b.k yiyoruz da uzakları yakın edemiyor hala bütün bu teknolojiler yalan onca emek palavra hatta belki daha da uzak ediyordur bizi bize...

9 Kasım 2010



Sanki az sonra Türkçe söylemeye başlayacak...
Hep böyle hissediyorum nedense sözlerden hemen önce.
Ben şimdi gidiyorum.
Mecburi sosyalleşmenin benim bünyemde işe yaramadığını gün boyu deneyimlemiş olup, tek başıma.
Bu rüzgar, bu şarkı, bir takım sokaklar beni çağırıyor...

"Sözlerimi Geri Alamam", Aslında hiçbir Şeyi Geri Alamam.

Benim; çiçekli , dikdörtgen bir masanın başında ince belli bardağımdan çayımı yudumlarken bir yandan da sarma sardığım başka bir dünyada,
belki,
kimbilir...

























foto: http://kolaylezzetler.blogspot.com'dan

8 Kasım 2010

Beni hiç olmayacaklara inandıran adam hadi göriyim seni...=)

6 Kasım 2010

Efendim, ben bu akşam odamda masum masum ders çalışıyordum, bütün gün ve nerdeyse bütün hafta yaptığım gibi, tamam itiraf ediyorum birazdan bahsedeceğim olay meydana geldiğinde dizi izliyordum ama ara vermiştim yemek yemek için.=)
Bir arkadaşım tiyatroya gelir misin bu akşam bir oyuna gidiyoruz dedi, sana da bilet alalım, yok dedim ben ders çalışacağım sağol.
Birkaç saat sonra arkadaşıma bir telefon geldi ve birlikte gidecekleri bir arkadaşlarının gelmekten vazgeçtiğini öğrendi, bunun üzerine tabi bana daha da ısrarlı bir şekilde gelmek isteyip istemediğimi sordu.=) Yeterince ısrar üzerine ve de sanırım mevzu bahis olan şey tiyatro olduğundan hayır diyemedim.10 dakka içinde giyinip çıktım. 45 dakika sonra Taksim'deydik! Oyun "Bedensiz Kadın", Hırvat yazar Mate Matisic tarafından yazılmış. Yaklaşık 1buçuk saat süren tek perdelik bir oyun. Ben çok beğendim, özellikle de oyunculuğu. Tabi bir de devlet tiyatrosu olması nedense beni ayriyetten cezbediyor, bir havası, bir büyüsü oluyor sanki o oyunların, oyuncuların...
Velhasıl kelam gidiniz, görünüz derim ben=)
Herkese iyi seyirler!!


http://www.mybilet.com/eventinfo.php?eventid=8165
Bugün
Bebek'te
bir araba
gördüm
ben.
Bir kor
düştü
içime.

Sonra aklıma şu dizelerle geldin;
"hayatı, bir başkasının pantolonu gibi küçültülmüş, daraltılmış..
ilk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler, yani pantolonu pantolon yapan anılar, 
bazı ilkbahar bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen yazlar...
yaşananlara bir beden büyük geliyor artık hayat!"

4 Kasım 2010

Sosyal medyayla ilgili bir araştırma yapıyorum bir süredir, okuyorum, soruyorum, gözlemliyorum. Tabi ben neresindeyim bu sosyal medyanın hangi uygulamalarına dahilim, hangi uygulamalarını reddetti beynim uzun süre ve sonra neden dahil oldum bunlara, bunları sorguluyorum zaman zaman.
Sosyal medyanın en kendime yakın hissettiğim tarafı bloglar, şu anda bulunduğumuz ortamdan da anlayabileceğin gibi. Neden diye soracak olursan, hiç bir maliyet ödemeden milyonlarca insana kendini ifade etme olasılığına açıyorsun kapılarını.Ben birçoğumuz gibi aktif bir sosyal medya kullanıcısı ve takipçisi olarak en çok şunu görmekten mutluluk ve hüzün duyuyorum sanırım ve içime ümitler akıyor aynı anda;
okuduğum bir blog yazısında, bir alıntıda, paylaşılmış bir video'da kendini bulmak. Nasıl oluyor da bu insan benle aynı şeyi düşünüyor, hissediyor ve aynı kelimelerle hatta içimde hissettiğim fakat bulamadığım doğru keilmelerle bunu ifade edebiliyor. İşte bu duygu bambaşka! Bir anda heyecanlanıyorsun, seviniyorsun, sonra bu insanı tanımadığına, bir yerlerde karşılaşmadığınıza üzülüyorsun, ama böyle insanlar olması dünya üzerinde bir yerlerde(seninle aynı şeyleri düşünen hisseden ve bunları ifade edebilen) garip bir ümit veriyor içine, garip bir ilham belki de...
Ben sosyal medya üzerine bu kadar duygusal bir araştırma yaparken bir bilgisayar oyunu üzerine yazılmış en az benim kadar duygusal bir inceleme yazısı okuyorum, neden bilmiyorum...

2 Kasım 2010

O değil de yolumun üstüne koskocaman Nutella kavanozu koyan reklamcılara sesleniyorum:
"Ayıp!"
Bu sandalyede oturmayı da 
Bu camdan bakmayı da
Her gün bir kez daha hayran olduğum bu binaların 
Her gün başka bir yerini keşfetmeyi de
seviyorum,
çok,
Hı özlemiyor muyum,
çok
.

1 Kasım 2010

Bugün bir hocaya sırlarımı açtım!
Yani yanlışlıkla oldu aslında=)...
Daha dönemin başında istediği bir ödevi yapmıştım(işte ilk heves okul yeni açılmış  hemencik yapmıştım ödevi verdiği gece), sonra hoca toplamadı o ödevleri ama benim yanımdaydı işte bir sayfa bir şey.
Huyumdur, yanımdaki herhangi bir kağıt parçasına yazarım, özellikle de yalnızsam muhakkak bir şeyler geçer içimden, bir şarkı, bir söz, bir paragraf..
Hıh işte bu sefer bildiğin paragrafı yazmışım sen ödevin arkasına...=)
Hoca bugün "aa ben size ödev vermiştim, unuttum sandınız dimii nıhaaaa" deyince ve sınıfta ödevi bir tek ben yapmış olunca, bir trade-off yapmam gerekti, ya hoca yazdıklarımı ve de ödevi okuyacaktı ya da hiçbir şeyi. Nedendir bilinmez, ben hepsini okumasını seçtim..=)
Karalamaya çalışıyorum yazdıklarımı, "karalama karalama ver sadece ismini yaz ben oraya bakarım" dedi, nasıl yalan!=))
İlk arkasını okuyacak sayfanın, gülecek kendikendine, belki düşünecek birazcık ama ben şunu biliyorum ki hocayla aramda bir sır olacak artık, ister istemez=)
Diğer ders gelip bana manalı bakışlar atıp "Aysun ne iş" derse hiç şaşırmayacağım.
Eh artık arkası haftaya...=)