27 Şubat 2011

AN gelir...

Hani sabah uyandığınızda çok güzel bir rüyadan tek bir an vardır, rüya olduğunu anladığınız içiniz birden cız eder, çok garip bir histir o çok güçlü ama tek bir andır sadece, belki tüm gün etkisi sürer ama o his sadece bir "an"dır...
İşte ben 2 sabah önce uyandım sonra bir anda bir şey gördüm bileğimde ve bir an yaşadığım şeyin gerçek olduğunu anladım, sadece bir an içim hop etti sonsuz bir mutlulukla doldu, çok garip bir his, çok güçlü ama tek bir "an"...
Bir yazı yazmışım Şubat 11 sanırım, ben ki hep tarih atarım atmamışım bu defa, şöyle ki;
"Ben hiç şarkı dinlemedim senin için. Hüzünlenmedim, üzülmedim, hiç üzmedin ki beni. Seni hatırlayınca bir gülümseme geldi oturdu hep yüzüme. Hiç düşünmedim, hiç hayal kurmadım. Sadece tek bir an umdum belki. O karşılaşmanın ilk anı gelip geçti gözlerimden bir-iki.. Sen hayatımdaki bazı şeylerin tanımı oldun bazen; "onun gibi" benzetmesiyle anıldın. Hiç karşılaşmadık, hiç konuşmadık belki ama farkında olmadan kelimeler biriktirmişim ben sana. Dökülüverdiler ellerimden geçenlerde. Hayatta hep bir şeylerin olması için birilerinin gerekli taşlara vurmasını bekliyoruz. Kader dedikleri öyle bir şey ki; yine bizim ellerimizde şekilleniyor. Ama biz farketmiyoruz, adına kader diyoruz. Yıllar önce bir gün kafamı kaldırdığımda orada duruyordun. Kendinden emin, her şeyi düşünmüş tartmış. Korkusuzca dikiliyordun başımda. Belki çok beklemiş ama beklediğin günün gelmesinin gururu vardı gözlerinde. Şimdi sıra bende belki de. Yeterince bekledim mi, o gün geldi mi bilmiyorum... İsminin ismimin yanında olmasından medet ummalımıyım bilmiyorum. Burada umulan "medet"in ne olduğunu da bilmiyorum."
Bir öyküsü vardı ablamın ben ki daha ilkokuldayım sen bile yoksun daha, ismi "Kadife Sokağı" bir adamın bir şeyi yıllarca bekleyip sonra beklediği günün gelmesiyle daha da mutsuz olduğu aslında sevdiği şeyin beklemek olduğunu anladığı çok ama çok güzel bir hikaye beni çok ağlatan. Nedense şimşek gibi çaktı kafamda.. Belki yıllarca beklemek değil tutan tarafı ama bir yerinden örtüştürdüm heralde işte bilmiyorum isteyen istediği ucundan tutsun.
Sen ki "beni hiç olmayacaklara inandıran adam";
demek bizim senle hikayemiz yıllar sonra soğuk ve yağmurlu bir şubat akşamında son bulacakmış.
Herkesin çok net bir tanımı yok belki şu hayatta aklımda ama seninkisi "saman alevi"...
Bir anda gözümü alacak kadar parlayıp sonra aynı hızla sönen, hep öyle olmadı mı zaten...
Şu 'an'dan sonra hiçbir şeyin mantıklı bir açıklaması olamaz zaten, o yüzden bırak,
kalsın...





____________________________0_______________________________
Ve bu yazı buraya yazdığım son yazıdır.
Şu ana kadar takip eden, okuyan eleştiren, yorum yazan, herhangi bir sözünden etkilenen tüm okurlara teşekkürler..
Belki başka bir blogda, başka bir yılda, başka bir yerde görüşmek üzere.

21 Şubat 2011

aramızda dağlar yollar yıllar var iken, beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş



Kitaplar vardı annemlerin başucunda daha çok küçüğüm o zamanlar ama hep de meraklıyım okumaya özellikle de şiirlere, eski püskü kenarları yırtık bir şiir kitabı vardı. Her gün okurdum. Meğer ezberlemişim farketmeden. Her okuduğumda daha güzel daha anlamlı..
...
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı,kınsız,uyanık,
Ve genç bir mısradır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yaşamama sebep...

Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...

17 Şubat 2011

Evet uyuyamadım ve evet bunda senin payın büyük.
Şu prosedürler, protokoller, her şeyi usulüne göre yapmacalar beni öyle sıkmış, germiş ve yormuş ki, ya da artık yaşlandım tahammülüm yok, nasıl koyveresim var ama yok olmuyor. Tutucaz ya kendimizi herkes sıkı sıkı tutsun kendini aman bırakmasın. Halbuki nasıl güzeldi sabahın ilk ışıkları, nereye gitti onlar?
Biliyorum bir şeyin ne kadar en ince ayrıntısını düşünsek de yani şu şekilde olur herhalde bunun başka alternatifi yok desek de hayat nasıl saçmasapan bir olasılık çıkarıyor karşımıza yok artık diyorum ya yok artık!
Ben ki hayalgücüme güvenirim kurmaya kurmaya biraz körelmiş de olsa artık bu beni bile aştı!
Kalakalmak bu olsa gerek.
Ama benim hiç sabrım yok ki beklemeye, günleri saymaya, gerildim lastik gibi kopup kendimi duvardan duvara vurasım var.
Ben bugün bunları yazmıcaktım ki, bambaşkaydı kafamdakiler. 
Aradığım yepyeni bir hevesti de ben galiba yine yanlış kutuyu açtım.

14 Şubat 2011

Nereden gelip nereye gideceğini hiçbir zaman tam olarak öğrenemeyecek ve bir de düşünme yetisine sahip olan bir canlının hayatı boyunca normal olmasını beklemek saçma olmaz mı? İnsan denilen bu yaratığın dengesizliği, zaman zaman özgüvensizliği, tatminsizliği de hep buradan gelmez mi? Elinde olan çok az bilgiyle hayata tutunmasını ve tam performans göstermesini beklemek çok büyük haksızlık olsa gerek. Bir ana rahmine düşüşünü bir de an gelip yaşadığı hayatın son bulacağını bilen insan için öncesi ve sonrası öyle karanlık ki. Bu hayatta yaptığı her şeyi bağlamak istediği tüm nedenlerin aslında sonunda hep havada kalmaya mahkum olduğunu bilmesi... Tam da bu noktada din olgusu ortaya çıkıyor sanırım. Bu karanlığı bir yere bağlamak, hayatında bir nedensellik yaratmak isteyen insan çeşitli inanışlar türetiyor. Ama soyutluğun tatminsizliğinden kurtulamayanlar hayatları boyunca bir şüphe ve karanlıkla yaşıyorlar. Bu yalnızlık ve kaybolmuşluk hissi de buradan. Belki de hayatımızdaki tüm koşuşturma ve karmaşa insanın bunları daha az düşünüp daha düz bir çizgide hayatını sürdürmesi için. Kim bilir...

10 Şubat 2011

Biz annemle alışverişe çıkınca durum değişik bir hala alabiliyor, nasıl mı?
-yok beğenmedim ya içime sinmedi.
+e tamam boşver o zaman.
(2-3 adım sonra)
+niye almadın güzeldi onlar
-ne biliyim
+alsaydın ya çok nur yüzlü bir adamdı
-yaa
+belli yani böyle evinin rıskını çıkarmaya çalışır gibi bir hali vardı
-ya evet bence de öyleydi! dönelim o zaman
+e hadi dönelim
(ve dönüp neyse o şey alınır)
=)
Hiç sevmedim gezdim, yaşadım, çok gördüm, çok öğrendim, alın bunlar da deneyimlerim şarkılarını.
Ama Bülent Ortaçgil yapmış olmuş, yapacak bir şey yok, hem de çok güzel olmuş!

hep çok şey istedim beğenilmedim
sevenler mutlu oldu bu kez ben kaçtım
bi kaç kez aşık oldum herşeyı yıkıp geçtim
daha çok gençtim farketmemiştim
yaşadık öğrendik herkes başka biçimde
taşırım hala ayrıntıları içimde
bir köşem var adım belli
sevdiklerim artık yanımda
mirasyedi gibiyim yatarken bu kumsalda
ben mutlu sen umutlu
beklentıler var yaş elli
hayat sür gittiği yeri
sonu başından belli
yaşadık ögrendik
herşey başka şekilde
taşırım hala ayrıntıları içimde
hiç bir şeye ınanmadım
uğrunda olecek kadar
inanalara imrendim
yaşamak çok kolay
yıkılan duvarlar gördüm
cografyanın değiştiğini
hiç kimse değiştiremedi
güçlünün haksızlığını
yaşadık ve öğrendik herşey birbirinin içinde
taşırım hala ayrıntıları içimde

1 Şubat 2011

mad girl's love song

i shut my eyes and all the world drops dead;
i lift my lids and all is born again.
(i think i made you up inside my head.)

the stars go waltzing out in blue and red,
and arbitrary blackness gallops in:
i shut my eyes and all the world drops dead.

i dreamed that you bewitched me into bed
and sung me moon-struck, kissed me quite insane.
(i think i made you up inside my head.)

god topples from the sky, hell's fires fade:
exit seraphim and satan's men:
i shut my eyes and all the world drops dead.

i fancied you'd return the way you said,
but i grow old and i forget your name.
(i think i made you up inside my head.)

i should have loved a thunderbird instead;
at least when spring comes they roar back again.
i shut my eyes and all the world drops dead.
(i think i made you up inside my head.)

_______________________________sylvia plath________
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi;
Açarım gözkapaklarımı ve doğar herşey yeniden.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)

Yıldızlar vals yaparlar, kırmızı ve mavi,
Ve keyfi bir siyahlık dörtnal peşinden:
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi.

Düşledim büyüyle beni yatağa çektiğini
Ve çılgınca öptüğünü, delice şarkı söylediğini.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)

Devrilir gökten Tanrı, solar cehennem ateşleri:
Melek ve Şeytan’ın adamları çeker giderken:
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi.

Hayal ettim söylediğin yoldan döneceğini,
Fakat yaşlandım, artık unuttum ismini.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)

Bir fırtına kuşunu sevmeliydim seveceğime seni;
Hiç değilse baharda göğü şenlendirir gelirdi.
Bütün dünya ölüme düşer kapattığımda gözlerimi.
(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)

çeviren : ismail haydar aksoy

konuşamıyorum...konuşamıyorum...konuşamıyorum...

Ne zamandır aklımda bunu yazmak, ya da bağırmak, çağırmak birilerine duyurmak mı demeliyim..
Aslında şimdi şikayet edeceğim şeye kendim de bir çare bulmuş değilim ama şu an sürdürülen sistem de hiç doğru değil, bunu bizzat yaşayarak tecrübe ediyorum.
Ben artık ne tam olarak İngilizce ne de tam olarak Türkçe konuşabiliyorum!
Özellikle de okulla ya da işle ilgili konuşurken.
Ne yapmak istiyorsun okulu bitirince ya da şu an hangi projelerde çalışıyorsun diye soranlara cevapları mı biri kaydedip bana dinletse kendimden utanırım. Bunu iki şekilde algılayanlar olabilir; birincisi artistlik yapmak için araya İngilizce kelimeler sıkıştırdığımı düşünüp beni ayıplayanlar, ikincisi ise bu durumu yaşamış ya da gözlemlemiş gerçekten olabileceğine kanaat getirmiş diğer grup. İlk gurubu da haksız bulmuyorum çünkü böyle konuşarak onları haklı çıkaran bir sürü insan var etrafta. Ama benim bu yaşadığım sıkıntı tamamen kendini bir dilde ifade edememe sorunu. Yıllardır her şeyin o kadar ingilizcesini öğrendik ki şimdi bir anda aklıma türkçeleri gelmiyor, dahası bazılarının gerçekten türkçesi yok, bazı şeylerin de ingilizcesi yoktur muhakak yani iki dil birbirini karşılayamıyor. Ve ben ne bülbül gibi İngilizce ne de bülbül gibi Türkçe şakıyabiliyorum. Saçmasapan, aslında kendi içinde anlamlı ama sadece İngilizce bilen birinin anlayabileceği tarzanca cümleler çıkıyor ortaya. Ve ben bu durumdan gerçekten çok rahatsızım. Belki İngilizce eğitim almamış olsaydık kendimizi yurtdışında diğer insanlara bu kadar rahat açamazdık, derdimizi anlatamazdık ki bilimde ve teknolojide birçok şey yurtdışında daha hızlı geliştiğinden onları anlamamız ve ilerlememiz için bu eğitim gerekli olabilir ama yurdumuzda da kendi insanlarımıza aynı derecede kendimizi ifade ediyor olmamız gerekmez mi?
Bu sıkıntıyı sadece benim değil, benim gibi eğitim almış birçok arkadaşımın yaşadığını biliyorum. Şimdi soruyorum nedir bunun çözümü?...